a. Ebû Hüreyre şöyle anlatmıştır: Bir defâsında Allah Resûlü’nün torunu Hasan (küçük yaşta iken) zekât hurmalarından birini ağzına almıştı. Bunu gören Hz. Peygamber (s.a.s), “At ağzından onu! Bize zekâtın helâl olmadığını bilmiyor musun?” buyurdu.(203) Hz. Peygamber (s.a.s.), sahip olduğu nübüvvet ve risâlet makamına uygun ve yaraşır görmediği için bazı hususları yapmaktan kaçınmıştır. Şahsa özel sayılabilecek bu davranışlara örnek olarak Hz. Peygamberin zekât ve sadaka malından yememesi gösterilebilir. Konuyla ilgili olarak rivâyet edilen birçok hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) çeşitli vesilelerle zekât ve sadakaların kendisi ve âile efrâdı için helâl olmadığını ifâde etmiştir. Ayrıca söz konusu yasağın hikmetleri içinde, özellikle inkârcılarda Hz. Peygamber’in zekât ve sadakaları kendisinin ve âilesinin çıkarları için kullanıyor algısının oluşabileceği düşüncesine fırsat vermemek de sayılabilir. Böylece Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini ve yakınlarını her türlü töhmet ve şâibeden uzak tutmak istemiş olabilir. Dolayısıyla meselenin arka planındaki ahlâkî, siyasî ve dinî duyarlılıklar sebebiyle Hz. Peygamber’in ne kendisi ne de âilesi, asla zekât ve sadaka almamış ve yememişlerdir. Bu değerlendirmelerden anlaşıldığına göre Allah Resûlü (s.a.s.) peygamberlik görevinin izzetine gölge düşürmemek için zekât ve sadakalardan istifâde etmeyi kendisi ve âilesi için yasaklamıştır.

b. Hz. Âişe’den şöyle rivâyet edilmiştir: Bir gün Resûlullah (s.a.s.) yanıma gelmişti. O sırada yanımda Buâs şarkıları söyleyen iki kız çocuğu vardı. Hz. Peygamber (s.a.s.) yatağa uzandı ve yüzünü çevirdi. Bir süre sonra Ebû Bekir geldi ve “Peygamber’in yanında şeytan çalgıları ha!” diyerek beni azarladı. Bu tepki üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) yüzünü açarak, “Ey Ebû Bekir! Bırak onları! Çünkü bu günler, bayram günleridir.” buyurdu.(210) Hz. Peygamber (s.a.s.) başka bir rivâyette, “Her toplumun bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.” buyurdu. (211)

Bu rivâyete göre Allah Resûlü (s.a.s.), Hz. Âişe’nin yanında def çalarak şarkı söyleyen kız çocuklarına engel olmamış bununla birlikte onları izlemeyerek aynı odada sırtı dönük bir vaziyette örtüsüne bürünerek yatağında uzanmıştır. Bu durumu gören Hz. Ebû Bekir, Allah Resûlü’nün yanında bunun uygun olmayacağını düşünerek onların eğlencesine müdâhale etmek istemiştir. Ancak Allah Resûlü (s.a.s.), onun bu tavrına engel olarak meşru ölçüler içerisinde eğlenmeye müsaade etmiştir.

c. Esmâ bint Ebû Bekir’den şöyle rivâyet edilmiştir. Biz hac yapmak için Resûlullah (s.a.s.) ile birlikte yola çıkmıştık. Arc mevkiine gelince Resûlullah (s.a.s.) konakladı. Biz de konakladık. Âişe, Resûlullah’ın yanına oturdu, ben de babamın yanına oturdum. Ebû Bekir ile Resûlullah’ın bir tek yük hayvanı vardı. Ebû Bekir’in hizmetçisinin yanında bulunuyordu. Ebû Bekir oturdu, hizmetçisinin hayvanıyla birlikte gelmesini bekliyordu. Derken çıkageldi ve yanında yük hayvanı yoktu. Ebû Bekir, “Hayvanın nerede?” diye sordu. Hizmetçi, “Dün gece onu kaybettim.” dedi. Ebû Bekir, “Zâten bir tane hayvan vardı onu da kaybettin mi?” dedi ve ona vurmaya başladı. Onun bu hâlini gören Resûlullah (s.a.s.) tebessüm ederek, “Şu ihramlının yaptığına bir bakın!” dedi. (214)

Bu rivayette Allah Resûlü (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir’in ihram yasakları kapsamında olmamakla birlikte efdal olanının terki anlamına gelen söz konusu davranışının ihramlı bir kimseye yakışmadığını îmâ etmek istemiştir. Çünkü Allah Resûlü (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir’in hareketine tebessüm ederek, “Şu ihramlının yaptığına bir bakın!” buyurması buna işâret etmektedir. Dolayısıyla bu rivâyette mü’minin her konumda kendine yakışanı yapması gerektiğine işâret edilmektedir.

d. Meymûn b. Ebû Şebîb şöyle anlatmıştır: Bir gün Hz. Âişe’ye bir dilenci geldi. Hz. Aişe bir parça ekmek vererek onu gönderdi. Daha sonra kılığı kıyâfeti düzgün bir başka adam geldi. Fakat onu sofraya dâvet ederek yemek ikram etti. Bu davranışının sebebi sorulduğunda Hz. Âişe, “Çünkü Allah Resûlü (s.a.s.) ‘İnsanlara konumlarına göre davranın.’ buyurdu.” cevabını verdi.(216)

İslâm’a göre insanlar dil, ırk, renk, cinsiyet, makam ve statülerine bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. Bununla berâber insanlar inanç, ilim, irfan, tecrübe, yaş, sorumluluk, görev vb. yönlerden birbirinden üstün olabilir. Bunun sonucu olarak her insana toplumdaki layık olduğu konumunun hakkının verilmesi diğer bir ifâdeyle her insana toplumdaki yerine göre layık olduğu şekilde davranılması bir gerekliliktir. Böylesi bir tavır, ayırımcılık ve iltimas değil âdâbı muâşeretin ve beşerî ilişkilerin gereğidir. Ayrıca herkesin hak ettiği davranışları görmesi hem adâletin bir yansıması hem de insanların tabiî bir hakkıdır. Yukarıdaki hadis bunu ifâde etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), insanların ilim, yaş, makam ve sorumluluk gibi durumlarına göre farklı muamelelerde bulunmuş ve bunu tavsiye etmiştir. Mesela, Hz. Peygamber (s.a.s.) cemaatle namaz kılarken arkasında aklı başında ve bilgili olanların olmasını istemiş, Uhud şehiterini her mezara iki kişi konacak şekilde defnederken Kur’ân’ı daha iyi bilenleri kıbleden yana önce koymuş, heyetlere, makam ve mevki sahibi olanlara özel ilgi göstermiştir. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s.) babaya kıyasla annenin kendisine iyilik yapılmasını en çok hak eden kişi olduğunu söylemiş ve her konuda büyüklere saygılı olmayı ve onları öncelemeyi emretmiştir. Hadiste ifâde edildiği üzere insanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele etmek bir yönüyle kişinin vakarının da bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Çünkü insanlara toplumda hak ettikleri konumlarına göre davranmak vakarın, ağırbaşlılığın ve nezâketin de bir göstergesidir. Dolayısıyla bir insanın seviyesine uygun davranan, aslında kendi saygınlığı ve itibarına da uygun hareket etmiş demektir. Mesela bir âlime câhil gibi, bir büyüğe küçük gibi davranmak hem muhatap hem de kişinin kendisi açısından doğru ve yakışık bir davranış değildir. Dolayısıyla insanlara toplumda sahip olduğu konumuna uygun davranılması vakarla doğrudan ilintili bir husus olarak değerlendirilebilir.

Netice olarak ifâde etmek gerekirse hadislere göre her makamın ve sorumluluğun bir hakkı vardır. Bu hakkın yerine getirilmesi ise makamın ve sorumluluğun saygınlığına uygun davranmaya bağlıdır. Buna göre mü’min hangi görev ve makamda olursa olsun onun hakkını vermeli, görevi ve makamına yakışmayan tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır.

Selâm ve duâ ile… (Kaynak: https://dosya.diyanet.gov.tr/flip/index.php?YIL=2020&TR=2&DERGI=ilmi_temmuz_agustos_eylul_2020.pdf)