Hârûn Reşid, döneminde yaşayan Behlûl Dânâ, bir gün düzgünce kesili tahta parçalarından eve benzer bir şeyler yapar. Hârûn’un hanımı Zübeyde Hanım, bunu görünce ne yaptığını sorar. Behlûl:

▬ Cennet köşkü yapıyorum Hanımım!” diye cevap verir. Dindar bir kadın olan Zübeyde Hanım, Allah cc﴿, delisi meczûp bir zât olan Dânâ’ya:

▬ Peki, bu cennet köşkünü bana satar mısın?” der. Behlûl:  

▬ Almak isterseniz satarım!” der. Zübeyde Hanım:

▬ Peki, kaç paraya satıyorsun?” der. Behlûl:  

▬ Size, bir akçeye veririm.” der. Zübeyde Hanım, hemen bir akçeyi çıkarıp verir. Behlûl’de bu akçeyi alır ve oradan geçen bir fakire ihtiyacını karşılaması için infak eder. O gece Hârûn Reşid, rüyâsında kendisini ve hanımını cennette görür. Zübeyde Hanım, gâyet büyük ve ihtişamlı bir köşkte oturmaktadır. Hârûn Reşid, bu köşke çok imrenir ve hanımına sorar:

▬ Hanım! Sen bu köşke nasıl sahip oldun?” Zübeyde Hanım:  

▬ Dün bir akçeye Behlûl’den satın almıştım.” der. Sabah olunca Hârûn Reşid, yatağından kalkar kalkmaz hemen Behlûl’ü çağırır ve der ki:

▬ Dün eşime bir cennet köşkü satmışsın. Ondan bir tane de bana yapar mısın?” Behlûl:

▬ Tabi yaparım Hünkârım!” Hârûn Reşid:

▬ Peki, fiyatı ne kadar olur?” dediğinde Behlûl:    

▬ Bin akçe olur Efemdim!” deyince Hârûn Reşid:

▬ Bu fiyat çok yüksek değil mi? Oysa eşime bir akçeye yapmışsın bana niçin böyle yüksek fiyat söylüyorsun?” der. Behlûl:  

▬ Doğru, ona bir akçeye verdim. Ama o, köşkün hakîkatini görmeden satın aldı. Oysa sen gece o köşkün nasıl görkemli olduğunu, nasıl muhteşem olduğunu gördün. Dolayısıyla fiyat da ona göre yükseldi.” der.

İşte bu cevabın arkasında iki gizli mesaj vardır. İlk mesele Hârûn Reşid’in sakladığı rüyâdan Behlül Dânâ’nın haberdar oluşu, küçücük bir sırrın bile açığa çıkmasıyla kişinin mahcup oluşudur. Unutma, diye îkaz edilir Hârûn Reşid, bütün sırlarını bilene hesap vereceksin. Birinci ders budur.

İkinci ders ise îmanla ilgilidir. Hârûn, dün alay ettiğine bugün müşteri olmuştur fakat zannettiği ile gerçekte olan arasındaki farkı gördükten sonra yapmıştır bunu. Oysa mü’min söze inanır, münâfık göze; îman gayba îmandır. Eğer gördüğü zaman teslim olanın teslimiyetine îman denseydi, Kızıldeniz’de boğulurken feryat eden Firavun’da îman etmiş sayılırdı çünkü o da son anda; “Mûsâ’nın Rabb’ine îman ettim!” demişti. Ama Firavun’un aldığı cevap da şu olmuştu: “Hayır, sen Mûsâ’nın sözüne inanmadın; gördüğüne inandın. Bu îman değildir.” Ve Firavun felâkete yuvarlanmıştı.

Tabii Behlül’ün cevabı ve verilen mesajlar sarsıcıdır. Harun’un, iki gözü iki çeşmedir. Behlül, her durumda kendisine danışan Halife Hârûn Reşidi pohpohlayacak, onun hoşuna gidecek şeyler söyleme yolunu tercih etmemiş; onu kırma, incitme, ağlatma pahasına da olsa yer yer acı cevaplar vermekten geri durmamıştır.

Yıllar sonra sultanın adı şöyle anılıyordu, Zübeyde Sultan paraya değil, para ona hizmet etmiş ve bir kuş hafifliğinde “Artık rahat ve huzur içinde ölmeye hazırım!” demişti kendi kendine. Hâlâ ayakta kalan su kanalları, hayır ve hasenâtın bâkiliği, Zübeyde Sultan’ın şahsında somutlaşarak yüz yıllardır insanlara seslenmektedir: “Siz 500 yıl süren 37 Abbasî halifesinden hangisinin bir hizmetini hatırlıyorsunuz. Kimse isimlerini bile hatırlamıyordu, ama hayatta hep paraya gerçek değerini verenler hatırlanmıştır!” Cenâb-ı Allah Tâhâ Sûresi 124,125,126. âyetlerinde bizlere tamda bunu demiyor mu?

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyâmet günü kör olarak haşrederiz. O der ki: “Ey rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki daha önce gören biriydim. Allah buyurur: “İşte böyle! Sana âyetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!”

Bu sebeple çok mal ve mevki sahibi olunca, kalbini karartıp Allahü Teâlâ’yı unutmamalı ve malına, rütbesine güvenip de ibâdetten geri kalmamalıdır vesselâm.

Selâm ve duâ ile…