Halife Hz. Ömer dönemi. O dönemlerde verilen maaş elbise almaya yetmez. Aldığı maaş ile elbisenin üstü alınır, altı alınamaz. Bayramdan bir hafta, on gün sonra ise maaş günüdür. Ama bu maaş onun işine yaramayacaktır. Çünkü yeni bayramlık elbise alamayacaktır. O zaman da bayramda yeni elbise giymek günümüzde olduğu gibi kadim bir âdettir… Bu âdetin, Peygamberlik âdeti olduğu da söylenir. Hâliyle, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, babasına:

Baba ricâ etsem bu ay maaşımı 15 gün önce bana ödeme yapabilir misiniz? Üç bayramdır giyemiyorum, bâri bu bayram yeni elbise giymiş olayım!” der. 15 gün önce. Yani maaşı var, 15 gün önce avans alabilir miyim? Hz. Ömer:

Git hazineye söyle versinler maaşını.” der. Abdullah:

Baba söylemekle olmaz sen bir satır yazı yazsan imzanı mührünü bassan olmaz mı?” dediğinde Hz. Ömer:

Oğlum Abdullah’a 15 gün önce maaşının tamamının veya bir kısmının verilmesi” der mührünü basar, imzayı atar. Abdullah heyecanla gider hazine görevlisine uzatır kâğıdı:

Ben maaşımı önceden almak istiyorum. Bayrama hazırlık yapacağım. Bu da babamın maaşımın önceden verilmesine dâir imzaladığı evrak.” der. Görevli kâğıda bakar Abdullah’a dönerek:

Evrakta eksiklik var bu nedenle emredileni yapamam!” der Abdullah:

Nasıl evrak eksik? 15 gün sonra vereceğin maaşı 15 gün önce vereceksin. Halifenin imzası mührü var. Bunun nesi eksik? Daha ne istiyorsun? Başka hangi evrakı istiyorsun ki?” der. Memur gayet sakince:

Delikanlı burada bir evrak eksik. Babana git baban, “Benim oğlum 15 gün daha yaşayacak.” diye bir evrak yazarak imzalasın ben de bu parayı sana vereyim.” der. Abdullah bu sözü duyunca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar ve:

Vallahi doğru söyledin. Vallahi doğru söyledin. Babamın ne adamları var, Allah’a Hamd-û senâlar olsun. Devletimiz sizin sayenizde asla ve kat’a zevâle uğramaz. Asla bizim sırtımız yere gelmez senin gibi adamlar olduğu müddetçe” der. Gelir Hz. Ömer’e:

Alamadım baba, evrak eksikmiş ama önemli değil!” der. Hz. Ömer:

Neden önemli değil, sözümüz yere mi düştü? Ne münâsebet...!” der. Abdullah:

Babacığım sözün yere düşmedi. Ama öyle güzel muâmele gördüm ki, para, pul, kıyâfet, hepsi gözümden düştü. Öyle ders aldım ki, elbise nedir, para nedir? Öyle bir şey yaşadım ki, çok önemli ders aldım. Bu bana yeter.” der. Hz. Ömer:

Oğlum, görevli sana maaşını verdi mi? Ne oldu yahu, anlat hele” diyerek ısrarcı olur.

Vermedi baba, vermedi” der Abdullah. Hz. Ömer:

Neden vermedi?” der. Abdullah:

Bırak bayramlık elbise almayı. Vallâhi ben öyle bir şey öğrendim ki, öyle bir söz duydum ki baba.” dediğinde Hz. Ömer:

Nedir o söz?” der. Abdullah:

Ölüm, ölüm.” der ve başından geçenleri anlatır. Hz. Ömer elindeki kamçıyı kaldırarak:

Hele bir verseydi? Verseydi de o zaman Ömer’i görseydi. Ben de biliyordum vermeyeceğini!” der.

Ey Abdullah 15 gün değil, biz 15 senenin sonrasını, 30 senenin sonrasının muhasebesini yapıyoruz. Hocam, yeni işe girdim ama emeklime bir şey kalmadı şurada otuz sene var. 30 sene sonra inşallah namaza başlayacak ibadetlerimi eksiksiz yapacağım. Bir şey yok evlât 30 sene dediğin nedir ki nedir ki?

Yarına çıkacak diye kimsenin garantisi yok. Bütün bunlara rağmen hep erteleriz, öteleriz yarın yaparım deriz. Bakın ömrümüzden nice yarınlar geçti. Çığlıklara dikkat edin bunlar “hep yarın yaparım”, “Yarın tövbe ederim”, “Yarın namaza başlarım” diyenlerin çığlıklarıdır. Yarın geliyor ama bir başka yarın diyor. Ne yarınlar bitiyor ne sözler bitiyor. Azrâil (as), karşına çıktığında karşına geldiğinde:

“Ya Rabbi! Ne olursun bir fırsat ver. Allah’ım bir imkân ver. Bir daha yarınlara çıkar ya rabbi.” Yarın diye bir şey yok. Dün gitti. Yarın bize âit değil. Sen şu günün kıymetini bil. Şu ânın değerini bil. Zîrâ ne kazanacaksan bugün kazanacaksın! “Gel bugün öğle yemeğini yiyelim. Yok ben yarın yiyeceğim diyeni hiç duydunuz mu?” Yemeği kimse yarına ertelemez. Parayı kimse yarına ertelemez. Ama söz konusu namaz ve ibâdet olunca eee yarın kılarım diyor. Daha yaşım kaç ki? Altmışındayım delikanlıyım ya diyor. Efendimiz (Sav.), “Yarın yaparım, yarın ederim, daha vakit var diyenler var ya unutmayın ki bu, şeytanın bir vesvesesidir şeytanın bir oyunundur bu oyuna gelmeyin.” Ama maalesef bu asrın Müslümanlarının en büyük hastalıkları yarınlar hastalığıdır. Yaparız hastalığı, olur hastalığı, Hocam acelen ne? Sanki hoca acele ediyor. Sanki karar hocanın. Hâşâ sanki hüküm hocanın. “Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (63/11) O vakit geldiğinde kimseye fırsat verilmez, mühlet verilmez Azrail (As), kimseye danışmaz. Ya Azrâil! Hele bir fırsat ver işte görüyorsun ya düğünümüzü yaptık. Düğün salonundan çıktık. Şimdi balayına otelimize gidiyoruz. Tam yolun yarısında trafik kazası. İkisi de öldü. Çok acı manzara değil mi? Nasıl bir manzara bu yarabbi. Balayına gidiyorlardı balayına.

Şu namaz saatinde neredesin?

Acelen ne namazı yarın kılarız.

Yarın sen namazı kılayım derken, cenazeni namazını kılacaklar.

Yapma bu kötülüğü kendine.

Yapma bu haksızlığı kendine.

Zirâ musallaya, yarın tek başına geleceksin.

Mezara yarın yalnız başına gireceksin.

Tek başına yarın hesaba çekileceksin.

Kendine kıyma, etme.

Bir insan kendine neden bu kötülüğü yapar. Neden bu kötülüğü yapar da namazdan kaçar. Neden hakikatten kaçar neden? Allah’ım! Nefse ve şeytana fırsat verme! Ömrümüz hep yarınlarla geçti. Yarın yarın derken aynaya baktık saçımız sakalımız bembeyaz olmuş hala yarın diyoruz. Hâlâ yarın. Ölüm döşeğinde, ölüm döşeğinde beş dakika sonra şu fânî âleme açılan penceresi kapanacak hâlâ ne diyor yataktan kalkarsam yarın yapacağım diyor. Yarın senin cenazen kalkacak ama ona çok uzak. Ölüm kime yakın ki! Kim ölümü düşünür ki! Neyim var ki hocam, çok şükür bomba gibiyim diyor. Çekerler bombanın pimini. Hem de nerede ne zaman ne şekilde çekileceği belli olmaz. O pim çekilmeden uyan. Kendine gel. Yarın geç olur geç. Yarın olur ama sen olmazsın. Yarın şu ezan okunur ama sen musallada olursun. Belki mezarda olursun… Ânın kıymetini bilmek dileğiyle…

Selâm ve duâ ile…