Sultanlık makamından sonra İbrahim Ethem, yemesiyle, giymesiyle çevreye karşı davranışıyla çok mütevâzı bir hayat yaşar. Bundan da hiç sıkılmaz aksine mütevâzı hayat peygamberlerin hayatıdır diyerek mutluluk duyar. Kendisine bir gün:

▬ Nasıl sabrediyorsunuz bu mütevâzı hayata? Zor olmuyor mu sizin için böyle bir hayat?” dediklerinde İbrahim Ethem:

▬ Her şey küçük başlar, zamanla büyür. Fakat sıkıntılar ise tam aksine, büyük başlar zamanla küçülür. Onun için ben baştan mütevâzı hayatın sıkıntısını göze alarak başladım, bu zorluğun zamanla küçüldüğünü gördüm, normal hayat hâline geldiğini müşâhede ettim. İsterseniz siz de deneyin. Önce sıkılacaksınız sonra ise alışarak mütevâzı hayattan hep mutluluk duyacaksınız. Peygamberlerin, ehl-i irfanın hayatıdır çünkü bu hayat tarzı. Sahibini mutlu kılar ve asla üzmez.” der.

Hayatı tereddüt ve şüpheler içinde geçen insanoğlu, çok defâ kendini his, düşünce ve amelde bir yol ayırımında veya çatallaşan bir yolda bulur ve dolayısıyla âcil bir seçim yapmak mecbûriyeti duyar. Doğru ya da yanlış bir seçim yapıp yoluna devam ederse de seçim ve davranışlarının rızâ-i İlâhî’ye muvafık olup olmadığını, neticenin lehinde mi yoksa aleyhinde mi olacağını başlangıçta bilemeyebilir.

Doğru seçimlerin getirdiği hayır ve bereketlerin yanında, yanlış tercihlerin sebebiyet verdiği hatalar ve günahlar da vardır ki, bunların pek çoğu, kendi cinsinden tövbe ve istiğfar ile telâfi edilmezse, nice gâileleri insanın başına açar ve onu çâresiz bırakır. Kader inancı çoğu kez yardıma koşar ve kul hatasından kaynaklanan üzüntü içinde, “Hayır ve bereket, Allah’ın takdir ettiği ve benim için seçtiği şeydedir.” der, teselli bulur. Fakat, irâdenin hakkını verememe hüznüyle burkulduğu anlar olduğu gibi, beşeriyet muktezâsı olarak bâzen de dudaklardan şu âh u vâh dökülür: “Keşke!..”

Keşke, bir temenni sözüdür... Hz. Âdem’den bize kadar dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran ve bizden sonra da kıyâmete hattâ öteki âleme kadar intikal edecek olan, belki sadece cennetliklerin cennetin kapısında çıkarıp atacakları fıtratımıza yerleşmiş bir sözdür.

“Keşke” demeyen yok gibidir.

  • Kimisi çoğu zaman bir pişmanlığın akabinde “keşke” der inler.
  • Bir başkası, henüz tahakkuk etmemiş olsa da gerçekleşmesini çok istediği şeyleri hatırlamakla telaffuz eder o hasret kelimesini.
  • Bir diğeri, umduğunu bulamama, vaktini ve ömrünü değerlendirememe inkisârıyla dillendirir onu.
  • Pek çokları, elindekilerle tatmin olmaz da daha iyi imkânlar, daha fazla dünyalık arzu ve isteğiyle refah, rahat ve lüks boyalı keşkeler seslendirir.
  • Ve topyekûn beşer, kıymetini bilemediği, elinden kaçırdığı nimetleri sonradan yâdeder; iç burukluklarını “keşke” hicranlarıyla mırıldanır.

Bu çeşit ifâdelerin çoğu, İslâm nazarında, kaderi tenkit anlamı taşıyan ve hoş olmayan sözlerdir. Zîrâ, istikbâle irâde ve sorumluluk açısından bakıp, gerekli plan ve programı yapmak gerekirken, mâziyi kader yönüyle değerlendirmek uygundur. İstikbâlde yolumuzu aydınlatmayacak, bizi sâ’ye ve hayra sevk etmeyecekse; geçmişle alâkalı her yakınma, kaderi tenkit, ef’âl-i İlâhiye’ye karışma ve haddi tecavüz manâsına gelir. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz: “Eğer başına bir iş gelirse, ‘Keşke şöyle yapsaydım; o zaman şöyle olurdu.’ deme. ‘Allah’ın takdiri böyleymiş; O dilediğini yaptı.’ de. Zîrâ, ‘Keşke şöyle yapsaydım.’ sözü, şeytanın vesvesesine yol açar.” buyurmaktadır.

İrâdenin hakkını veremeyişten, kadere ve takdir-i İlâhîyeye îtimâdın eksikliğinden kaynaklanan sızlanışların yanında bir de Allah’ın rızâsını celbeden, muhâsebe ve murâkabe buudlu, yapılan hayrın az görülmesi ve küçümsenmesinin neticesi olan, tevâzu renkli “keşke” vardır ki, o, insanı bütün bütün kazanç kuşağında dolaştırır. Bu tür bir pişmanlık ve onun seslendirilişi, günah ve hatalardan dolayı tövbe ve istiğfarda bulunma, hayatın hesabını tutarak fevt edilenleri telâfiye azmetme, istikbâlde aynı vartalara düşmeme gibi hususları ihtivâ ettiğinden dolayı bereket yüklüdür.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Eyyûb’e vahiy gönderildiği, onun hidâyete erdirildiği bildirilmekte, ayrıca hastalığıyla ilgili olarak ayrıntıya girilmeksizin bilgiler verilmektedir. Eyyûb (a.s.) Rabbimize, “Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmiş, bunun üzerine Yüce Allah da onun duâsını kabul ederek başına gelen felâketi kaldırmış, kendi tarafından bir rahmet ve ibâdet edenler için bir ibret olmak üzere ona âilesini ve onlarla berâber mislini vermiştir.

Kur’an’da insanın sabırsızlık, acelecilik, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi olumsuz özelliklere sahip olduğu belirtilmektedir. Hz. Eyyûb hastalık ve sıkıntılı durumlarda Yüce Allah’a büyük bir tevekkül, sabır ve duâ ile güç bulmuştur. Hz. Eyyüb gibi sağlığı verenin de hastalığı verenin de Allah olduğunun bilinci içinde olmalı, O’nun, zorlukların arkasına gizlediği kolaylıkları, mûsibetlerin arkasına gizlediği nimetleri düşünüp güçlü olmalıyız. Vesselam...

Selâm ve duâ ile…