Gittikçe yalnızlık hastası oluyoruz.

Yalnız yatmak, yalnız kalkmak, yalnız gezmek ve yalnız bir hayata sarılmak, günümüzün en yaygın hastalığı oldu.

İnsanlar birbirinden neden uzaklaşıyorlar bilmiyorum.

Ancak yalnız kalmak ve yalnız yaşamak bir nimet değil, bir hastalıktır.

İnsan yalnızken daha saldırgan, daha sinirli, daha asabi ve daha itici olmakta ve git gide kendisini izole ederek kendi eliyle kendini mutsuzlaştırmaktadır.

Sonunda öldüğünde komşusunun bile haberi olmadığı gibi aile fertleri de ancak polisten ya da haber kanallarından öğrenmektedirler...

Muazzez dinimiz yalnızlığı yeren ve ferdi sosyalleştiren bir dindir. “Gir kullarımın arasına, gir cennetime” buyururken cennetin bile sosyal bir yaşam alanı olduğunu ve kullar ile bir mana kazanacağını ifâde eder.

Ve yine dinimiz tek başına yaşamayı bırakın tek başına yolculuk yapmayı bile mekruh görür, evlenmeyi emreder, bekârlığı tasvip etmez.

Çoluk çocuğa karışmayı iftihar ve nimet olarak görür, namazı cemaat ile kılmayı daha sevap görür.

Bayram, cuma namazlarını toplumla ile berâber kılmayı zorunluluk olarak görür. Teravih namazını da bu minvalde düzenler. Topluluk halinde hareket etmek dinimizin en önemli isteklerinden biridir.

Bu konuda Hz. Zekeriyya’nın diliyle yalnızlığı ve bireyselleşmeyi asla hayat tarzı edinmemeyi bize öğütler. “Zekeriya Rabbine nidâ etti: Rabbim beni yalnız bırakma! Sen geride kalanlara sahip çıkanların en hayırlısısın!”

Ancak bütün bununla berâber şunu da sormadan edemiyorum...

Acaba insanlar niçin birbirinden uzaklaşıyorlar...

Uzaklaşan kalıplar mı yoksa kalpler mi?...

Niçin aynı evde bile yalnızlar ve ayrı odaları tercih ediyorlar...

Oysa o ev onların cenneti idi.

Niçin camide bile birbirini itiyorlar, saf düzeninde bile yanyana gelmekten imtina ediyorlar?

Niçin birbirine karşı çekim gücünü kaybettiler?

Acaba bu salgın soyut olan bu duygularımızı somut hâle mi getirdi de bugün camilerde yan yana gelemeyen bir duruma düştük...

Öyleyse kalplere sirâyet eden bu mânevi virüslere karşı da artık bir aşı geliştirmeyi düşünmeliyiz...

            Selâm ve duâ ile…