Mimar ve gazeteci Aydın Boysan “Leke Bırakan Gölgeler” adlı kitabında anlatır.

Kadının biri taksiye biner ve havaalanına gitmek istediğini söyler. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden âniden önlerine çıkar. Şoför çarpmamak için sert şekilde frene basar. Taksi kayar ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtulur. Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başlar. Taksi şoförü ise gâyet sâkin bir şekilde gülümser ona ve içten bir de el sallar. Kadın bütün bu olanların şokunu yaşarken taksi şoförünün tavrına daha da şaşırır ve taksiciye:

▬ Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti?” dediğinde, taksi şoförü gülümsemeye devam eder ve:

▬ Çöp Kamyonu Kanunu Hanımefendi!” der. Kadın:

▬ Çöp Kamyonu Kanunu mu?” diye sorar kadın, anlamamıştır. Şoför:

▬ Pek çok insan çöp kamyonu gibidir. Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayâl kırıklığını biriktiriyorlar. Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyarlar. Bu bâzen ben, bâzen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.” diye açıklar             Bu sebeple başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Bunun için:

▬ Size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için de iyi temennilerde bulunun!” Hayat, kendisiyle ne yaptığınız ve onu nasıl alıp karşıladığınızdır.

            Bizim inancımız, tarihimiz, kültürümüz taksici insan gibi örneklerle doludur. Mesela İstanbul beyefendisi, numune bir kişiliği simgeler. Kendisine hakâret eden kişiye; “Hakkını helal et senin bu hallere düşmene ben sebep oldum.” diyebilen insandır İstanbul Beyefendisi. Yâni, bir tarzın, bir yaşam felsefesinin temsilcisidir. Eski sözlükler, İstanbul beyefendisini ‘kibar, hatırnaz, terbiyeli, müsamahakâr, iyi eğitimli, alçakgönüllü, onurlu, iyiliksever, olgun, çelebi ve haluk; yani iyi huylu, geçim ehli bir kişi’ olarak tanımlar. Bütün bu niteliklerin bir kişide toplanması doğal olarak zordur ve eski dönemlerde de ‘İstanbul Beyefendisi’ öyle adım başı rastlanır bir tip değildir.

            Fussilet Sûresinin 34. âyetinin tefsîrinde Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını; “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir.” şeklinde açıklar: Aslında âyetin; “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yâni eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevâbı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu hâlde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara ezâ ve cefâ ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler.”

            Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm de Resûlullah’ı Müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre her Müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün Müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Fussilet Sûresinin 35. âyetinin ifâde tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işâret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifâde, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mâhiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifâde etmektedir.

            Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyâset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Abdullah b. Abbas: “Mü’min kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dâhi ona saygı duymasını sağlar.” Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu görülür.

            Kur’an-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır; daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur. Hâsılı Necip Fâzıl’ın dediği gibi:

Ne azâp ne sitem yalnızlıktan. . .

Kime ne; aşılmaz duvar bendedir. . .

Süslenmiş gemiler geçer açıktan,

Sanırım, gittiği diyâr bendedir.

Yaram var. . . Havanlar dövemez merhem,

Yüküm var. . . Bulamaz pazarlar dirhem,

Ne çıkar; Yollar ki, Allah’a (cc), çıkar, bendedir. . . Vesselam

            Selâm ve duâ ile…