Kesilir tâkâtı yazan kalemin, Yazılınca senin adın, Efendim. Sen ki sultanısın cümle âlemin, Ruhlara şifadır yadın, Efendim.

Zulümât asrına gökten inen nur,

Gelişinle sonu geldi salîbin,

Yarınlara umut, kalplere huzur,

Sen yetim yeğeni Ebû Tâlib’in.

Yeni bir bahardı geldiğin sabah,

Âmine’nin evi doldu pür neşe.

Vûslat yakın oldu, elhamdülillah,

Güneş başka doğdu o gün Kureyş’e.

Kisrâ’nın burçları yıkıldı bir bir,

Senin gelişinle kurudu Sava.

Gün gelip de seni sarınca kabir,

Sensiz bir dünyayı sevmedi Kasvâ.

Uzaktan göründü bir ulu kervan,

Sana meftûn bakıp kaldı Bahîra.

Nurlu şafakları özlerken cihan,

Yıllarca yolunu bekledi Hira.

Aşkınla Melekler tekbir getirir,

Muhammed rayhâsı konar güllere.

Kelimeler anlamını yitirir,

Leylâ, Leylâ diye iner çöllere.

Cesâretim yoktur seni övmeye,

Mevlâ’nın övdüğü yüce Peygamber.

Kalbim el verir mi öyle sevmeye,

Seni candan fazla severdi Ömer.

Zulümle inlerken beldeler, köyler,

Üveys’te aşkını tanıdı Karan.

Kandırmadı O’nu çeşmeler, çaylar,

Hep seni aradı yollarda Selman.

Bastığın taşları koklasam bir bir,

Gül kokarmış tırmandığın yokuşlar.

Ne kadar bahtiyâr oldu kim bilir,

Kapınızda nöbet tutan o kuşlar.

Müjdeler uçurdu gelen çağlara,

Bir su gibi Medine’ye akışın.

Dayanılmaz acı verdi dağlara,

Dönüp dönüp Beytullâh’a bakışın.

Müjdesin, rahmetsin, bir baharsın sen,

Varlığınla geldi hayatın tadı.

En şerefli misâfirsin beklenen,

Seninle değişti bu şehrin adı.

Medine bir mimber, sen yüce hatip,

Cihânı ışıttı verdiğin ışık.

Güzel evsâfını yazamaz kâtib,

Aşkınla pervâne döner her aşık.

Saâdet asrıydı senle yaşanan,

Onda kuşlar bile mes’ûd gezerdi.

Bahtiyârdı nurun ile nurlanan,

Seni sevenler de sana benzerdi.

Ne cürettir ey dost seni anlatmak,

Ben yollara türap, sen başlara taç.

Rüyalarda olsun yüzümüze bak,

Biçâre insanlık nuruna muhtaç…