“Kendini mâneviyâta adamış, dünyalık sevdâsından vazgeçmek niyetinde olan bir derviş, kırlarda gezer tefekkür eder Allah’ı ﴾c.c﴿, tesbih eder. Bir gün kırlarda gezerken ayağı olmayan bir tilki görür. “Bu sakat hayvan ormanda ne yer ne içer, nasıl yaşar!” diye merak edip tilkiyi tâkip eder. Birâz sonra güçlü kuvvetli bir aslan gelir. Aslan az önce avladığı hayvanı parçalayıp yer. Yemeğin artığını bırakıp çeker gider. Sakat tilki de aslandan arta kalanlarla karnını doyurur. Derviş bu olaydan çok etkilenir ve kendi kendine:

▬ Rabbim ne kadar büyük! Yüce Allah ﴾c.c﴿, bu sakat tilkinin yemeğini ayağına kadar yolluyor, benim de rızkımı gönderir elbet. Öyleyse ben neden çalışayım sadece Allah’a ﴾cc﴿, sığınır rızkımı beklerim. Bu nedenle her şey Allah’ın ﴾c.c﴿, nasibi iledir. Yüce Mevlâ Ankebût Sûresinde de; “Nice canlılar var ki rızıklarını kendileri temin edemezler. Sizi de onları da Allah rızıklandırır.” buyurmaktadır. Öyleyse Allah ﴾c.c﴿, nasip etmezse aslan bile karnını doyuramaz. Benim de kısmetim neyse Rabbim onu bana gönderir muhakkak...” der inzivâya çekilir. Aradan günler geçer aç bîilaç bekler. Ne ona bir lokma ekmek veren vardır ne de bir tas su getiren. Derviş iyice zayıflar, güç ve kuvvetten düşer. Eski bir dostu ziyâretine gelir. İnsanlara dervişin nerede olduğunu sorar.

▬ O çok değişti, yemeden içmeden kesildi, şu köşede inzivaya çekildi oturuyor.” diyerek  bulunduğu yeri târif ederler. Arkadaşı, kuytu bir köşede gözlerinin feri gitmiş, yüzünün rengi solmuş hâlde görünce şaşkınlıkla ne olduğunu sorar. Derviş zorlanarak kısık bir sesle; şâhit olduğu sakat tilki hâdisesini anlatır. Arkadaşı dervişe:

▬ Ah be dostum! Sen neden böyle yanlış bir karar aldın? Niçin kendini ayağı olmayan bir tilkiye benzettin de böyle tembel tembel yatmayı seçtin? Ayağa kalk ve var gücünle çalış mücâdele et. Sakat tilkiye değil, güçlü aslana benze! Başkalarının artıklarını yemek sana yakışmaz. Kendi emeğiyle çalışanlar, aslan gibi olanlar başkalarından bir şey beklemezler. Kendi rızkını kendin kazanmak en hayırlı olandır. Böylece hiç kimseye minnet etmeden karnını doyurursun hem de ihtiyaç sahiplerine ikramda bulunursun. Alan el olmayı değil, veren el olmayı niçin tercih etmiyorsun?” der Sâdi Şirâzi, tevekkül ile ilgili bu etkileyici hikâyeyi anlatır ona ve bizlere unutulmayacak bir ders verir.

İslâm da çalışma ve helâl kazanç, tıpkı ilim gibi farz telakki edilmiş, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmek maksadıyla meşru yoldan çalışıp kazanması, ibâdet ölçüsünde kutsal ve değerli bir davranış olarak kabul edilmiştir.

Dînimiz, kazanç elde etme konusunda önemli bir ilke olan meşrûiyet prensibini esas alarak; hırsızlık, gasp, fâiz, kumar, rüşvet ve şans oyunları; kamu mallarını zimmete geçirmek, her türlü yolsuzluk, hîleli alışveriş, müşteriye birinci kalite diye ikinci kalite mal vermek, eksik tartıp ölçmek, malı fâhiş fiyatla satmak, işçi ve memurun görevini ihmal ve terk etmesi, işverenin çalışanlara hak ettiği ücretlerini, devlete vergisini, fakire zekâtını vermemesi ve kalitesiz mal üretip pahalıya satarak servet elde etmesi gibi her türlü gayr-ı meşru kazancı yasaklamıştır. İslâm “meşrû çerçeve” içerisinde yapılan her türlü çalışmayı destekler; tembelliği, boş gezmeyi, dilenmeyi de yasaklar.

Hz. Peygamber’e gelerek ihtiyacını dile getiren bir sahâbî her defasında o cömert Peygamber’den karşılıksız ikrâmlar alarak evine döner. Yine bir şey istemeye geldiğinde Allah’ın Elçisi (s.a.v.):

▬ Evinde hiçbir şeyin yok mu?” diye sorduğunda Sahâbî:

▬ Hayır, evimde sadece bir örtü var. Bunun bir kısmını elbise olarak kullanıyor, diğer kısmını da evde altımıza seriyoruz. Bir de su içtiğimiz bir bardak var.” diye bizler gibi dert yanar. Bunun üzerine Sevgili Resûl:

▬ Onları bana getir.” diyerek evine gönderir. Sahâbî evine gider ve bahsettiği eşyaları getirir. Resûlullah (s.a.v.) onun getirdiği eşyâları eline alarak orada bulunanlara:

▬ Kim bunları satın almak ister?” diye sorar. Birisi:

▬ Ben onları bir dirhem karşılığında alırım.” der. Allah Resûlü (s.a.v.) iki üç defâ:

▬ Kim bir dirhemden fazla verir?” diye sorunca bir başka sahâbî:

▬ Ben iki dirhem veririm.” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber, adamın getirdiği eşyâları iki dirhem karşılığında satın almak isteyene verir. İki dirhemi de adama vererek:

▬ Bu dirhemlerin birisiyle yiyecek satın al ve âilene götür. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp yanıma gel.” buyurur. Sahâbî keseri getirince Allah Resûlü ona bizzat kendi eliyle bir sap takar ve keseri ona uzatarak:

▬ Git, bununla odun topla ve sat. Seni on beş gün boyunca da buralarda görmeyeyim.” diye tembihler. Sahâbî, bu emir üzerine çalışmaya koyulur. Günlerce odun toplar satar. On beş gün sonra, on dirhem biriktirmiş olarak çıkagelir. Çarşıda kazandığı paranın bir kısmı ile elbise, geri kalanı ile de âilesine yiyecek satın alır. On beş gün önce muhtaç bir hâlde yanına gelen ve âilesini geçindirmeyi bilemeyen bu sahâbînin ekmek parasını kazanmayı başardığını gören Resûlullah (s.a.v.), ona ve ümmetine şu çarpıcı öğüdü verir:

▬ Bu (şekilde çalışarak başkalarına muhtaç olmadan geçinmen) senin için, kıyâmet gününde yüzünde dilencilik lekesi ile gelmenden daha hayırlıdır.” Hz. Peygamber’in bizlere verdiği bildik anlatışla, “balık vermeyi değil, balık tutmayı öğreten” çarpıcı bir derstir!

Hayat, insanı geçimini temin etmek için mücâdeleye mecbur bırakmaktadır. Her ne kadar rızkı veren Allah ise de onu elde etmek için çalışıp çabalamak insanoğluna düşmektedir. Dinimizde âhiret hayatını kazanma adına da olsa uzlete çekilmek, münzevî bir hayat yaşamak, dünyayı ve çalışmayı terk etmek, kısacası ruhbanlık yoktur. Ve İslâm’a göre emek, helâl kazanç ve alın teri mübârektir, mukaddestir. Müslüman, bir taraftan dünyasını kazanmak, diğer taraftan da âhireti için hazırlık yapmak durumundadır. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar, din, dünya ayırımı gözetmeksizin iki cihan saadetine erişebilmek uğruna durmadan, yorulmadan çalışmalıdır. Zîrâ Yüce Rabbimizin de ifâde ettiği gibi, “İnsan için, sadece kendi çalıştığı vardır ve çalıştığı da ileride görülecektir.” (hadislerleislam) Şâirin dediği gibi:

“Bil ki; Allah yolunda boşa gitmez emekler.

Cennet, boş duranları değil, koşturanları bekler...”

UNUTMAYIN: “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…