Ehl-i irfandan birine:

▬ Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?” diye sorarlar.                                            

▬ Terzimi severim!” diye cevap verir. Soruyu soranlar şaşırarak:                                            

▬ Aman efendim, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı?” dediklerinde. Ehl-i İrfan:                                                                                                

▬ Evet, dostlarım ben en çok terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde beden ölçümü yeniden alır ama diğerleri öyle değildir. Bir kez hakkımda karar verdiler mi ölünceye kadar bana hep aynı “Ölçü nazarıyla bakarlar.” Bir kere “dillere düştün” mü? Yandın demektir. İnsanlar senin yaptığın küçük bir yanlış ya da hata ile anmaya devam ederler. Bir şans daha vermek kimsenin aklına bile gelmez. Oysa şöyle bir dikkatlice etrâfımıza baksak izlediğimiz televizyon, dinlediğimiz radyo, okuduğumuz gazeteden haberdar olduğumuz dünyanın her köşesinde işlenen insanlık suçları almış başını gidiyor. Suçluyu ararken de en iyi yaptığımız şey; kendimizi es geçip bütün okları karşımızdakine fırlatmak. Oysaki gün gelecek attığımız her ok dönüp dolaşıp bizi bulacak. Bizi bariyerlere çarparak takla atmış bir araç gibi hurdaya çevirecek. Biz artık merhametsiz, sevgisiz, adâletsiz, hoşgörüsüz kısacası ağlayanın sayısını arttıran, gülenin sayısını azaltan bir insan olmuşuz.” diyerek unutamayacakları bizlerinde unutmaması gereken bir ders verir anlayana!

Bu güzelim dünyayı yaşanmaz hâle getirmek için âdeta yarış içerisindeyiz. Bir saniyemizin bile garantisi olmadığı bir dünyada yaşarken kendimizi bu kadar kaybederek yaşamak niye? “Kışın sonu bahardır” diye kendimizi teselli ettiğimiz bu ağır âfet günlerinde tek istediğim terzi gibi olmak. İnsanları tanımadan yargılamamak!

Einstein: “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur!” der.

Voltaire ise bu konuda: “Bir konu hakkında şüpheli karara varmak hatalı, kesin karar ise gülünç olur!” der. Yaşayarak öğrenmek en zor ve ağır öğrenmedir. Merhum Akif’in;

“Tarih”i  “tekerrür”  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diye tarif eder.

Napolyon bir gün düşman askerlerinden kaçarken bakkal dükkanına girer ve bakkaldan kendisini saklamasını emreder. Adam da Napolyon’u uygun bir yere saklayıp biraz sonra gelen düşmanlara:

▬ Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı. Nereye gittiğini fark edemedim.” der ve gönderir. Napolyon’un muhafızları yetişip, kendisini kurtardıktan sonra bakkal Napolyon’a:

▬ Efendim, af buyurun ama merak ettim. Ölümle burun buruna gelmek nasıl bir duygu?” diye sorar. Napolyon ânîden öfkelenir ve:

▬ Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?” diye bağırır ve askerlerine:

▬ Bu adamı derhal kurşuna dizin!” diye emreder. Askerler de adamın gözünü bağlayıp, karşısına dizilirler. Mermiler namlulara sürülür. Artık ateş emri verilecektir. Adamcağız içinden “Ah aptal adam, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin!” diye düşünürken, arkadan bir el uzanır ve gözündeki bağı açar. Adam bakar ki karşısında Napolyon, adamın ölüm hakkındaki sorusunu tek cümleyle yanıtlar ve:

▬ İşte böyle bir duygu!..” der. Yaşayarak öğrenme böyle zordur.

Bir toplumun berâberlik şuurunu zedeleyen ve tefrikaya kapı aralayan en zararlı davranışlardan biri de sû-i zandır. Sû-i zan, delilsiz ve temelsiz bir şekilde önyargılarla insanları karalamak, kötü düşünceler üzerine zan binâ etmektir. Hâlbuki mü’minlerin canları ve malları gibi, onur ve haysiyetleri de birbirlerine emânettir. Aralarındaki ilişkide kardeşlik hukuku, kardeşlik ahlâkı hâkim olmalıdır. Mü’min kardeşine hüsn-i zan yâni iyi niyet beslemek îmânın gereğidir. Rabbimiz âyet-i kerîmede mü’minleri şöyle uyarmıştır:

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü öyle zanlar vardır ki günahtır...”

İslâm dini, sû-i zannı yasakladığı gibi insanların gizli hallerini araştırmayı ve ifşâ etmeyi de yasaklamıştır. Birbirini çekiştirmeyi, birbirinin arkasından kötü konuşmayı, kardeşinin ayıp ve kusurlarını ortaya dökmeyi haram kılmıştır. Çünkü bütün bu kötü huylar, fitne ve fesâdın yaygınlaşmasına, birbirine güvenmeyen bireylerin huzursuz ve düzensiz bir toplum oluşturmasına sebep olur. Böyle bir toplumun ayakta kalmasına ve geleceğe umutla bakmasına imkân yoktur.

Yüce Allah, “Birbirinizin gizliliklerini araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın…” emriyle bizi bu konuda hassas davranmaya dâvet etmiştir. Aksi halde varılacak yer dünyada hüsran, âhirette ise pişmanlıktır. Nitekim Cenâb-ı Hak, sözün doğru ve güzelini söylemeyen mü’minlerin arasını şeytanın bozacağını bizlere şöyle haber vermektedir: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların apaçık düşmanıdır.”

Sevgili Peygamberimiz “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!” buyurur. Doğruluğunu araştırmadan bir bilgiyi paylaşmak, asılsız sözlerin yayılmasına, yalan ve iftirânın beslenmesine âlet olmaktır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:                “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın…”

Bir mü’min, sorumsuz ve şuursuzca yayınlanan asılsız haber ve yorumlara itibar etmez/edemez. Mâsum insanların şeref ve haysiyetine söz söylemekten, ateşten kaçar gibi uzak durur. Her söylediği sözün, her yazdığı yorumun, her yaptığı işin bir hesâbı olduğunu bilir. Rabbimizin: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” âyeti kerimesi kulağında küpe gibi durur ve aklından asla çıkarmaz.

“Bir insan aleyhinde, hükümler vermek için;

Önce şeytan kurgusu önyargıdan vazgeçin.” der   merhum Cengiz Numanoğlu.

Vesselam...

            Selâm ve duâ ile…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.