Lokman Hekim, işinde mahir, sadık ve sevilen bir köledir. Efendisi ona oğullarından daha çok güvenir; çünkü Lokman nefsine hâkim, olgun bir insandır.
Efendisi, Lokman’ı azat etmek için sürekli fırsat kollar, yemek geldiğinde ise önce Lokman’a tattırır. Lokman’ın tattıklarını güvenle yer, dokunmadıklarına da el sürmez.
Bir gün efendisine bir kavun hediye edilir. Her zamanki gibi Lokman’ı çağırır, bir dilim verir. Lokman iştahla yer. Son dilime dek ona ikramda bulunur. Lokman’ın iştahla yemesi, Efendisinin de iştahını kabartır. Son dilimi kendisi yer ama kavunun zehir gibi acı olduğunu fark eder. Ağzı yanar, dili kabarır. Acı geçince Efendisi Lokman’a sorar:
— Evlâdım! Bu kadar acı kavunu nasıl iştahla yedin?”
“İç bâde güzel sev var ise akl u şu’ûrun
Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umûrun” “Aklın ve şuurun varsa, güzellikleri sev; dünya varmış yokmuş, ne gam! Mühim olan, gönlün nasîbini almasıdır.” Ziyâ Paşa’nın hikmetli sözleri zihninde yankılanırken, Lokman şöyle cevap verir:
— Efendim! Bugüne kadar birçok güzel ikrâmınıza şâhit oldum. Bu ikrâmınızı geri çevirmekten hâyâ ettim, utandım. Size olan sevgim, kavunun acısını bana hissettirmedi.” der.
Sevgi nimetini kullarının fıtratına yerleştirmiş olan Cenâb-ı Hakk, elçileri vasıtasıyla sevgiye dâir mesajları bütün zaman ve mekânlara ulaştırmıştır. Bu kıssa, sevginin sadâkatle nasıl derinleştiğini anlatır.
Çünkü, sevgi, insanı olgunlaştırır, îmâna tat katar. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi îmânın tadına erer: Allah ve Resûlü’nü herkesten çok sevmek, sevdiğini sâdece Allah için sevmek, îmandan sonra küfre dönmekten ateşe atılmaktan çekinmek.”
Resûlullah’ın (s.a.v.); ‘Kişi sevdiğiyle berâberdir.’ buyruğu, sevginin insanı nereye taşıyacağını gösterir. Bu yüzden en yüce sevgi, Allah’a ve Resûlü’ne duyulan sevgidir. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin...” (Âl-i İmrân, 3/31)Bu sevgi, îmânın temelidir. Sevgi olmadan îmân eksik kalır; îmân olmadan ise sevgi gerçek anlamını bulamaz. İnsan, sevgiyle yücelir, hayata anlam katar. Îmân ise bu sevginin kalpte kök salması ve hayatın her alanına yansımasıdır.
Lokman’ın davranışı, sâdece sadâkat değil, derin bir muhabbetin de göstergesidir. Sevgi, en zor anlarda bile güç verir, fedakârlığa yönlendirir. Sevgisiz hayat ise ruhsuz bir beden gibidir.
Kalp, geçici dünya lezzetlerine yönelme eğilimindedir. Ancak bu sevgi, Allah ve Resûlü’nün sevgisinin önüne geçmemelidir.
Mevlânâ der ki:
“Acılar sevgiyle tatlılaşır. Bulanmışlar sevgiyle durulur. Dertler sevgiyle devâsını bulur. Sevgi, Şâhı sana köle yapar.”
Rahmet Peygamberi (s.a.v.), canlı cansız bütün mahlûkata sevgiyle yaklaşmış, dağlara ve şehirlere bile muhabbetle bağlanmıştır. Sevginin insan davranışları üzerindeki etkisini ise, ‘Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder.’ buyurarak ifâde etmiştir. Bu sebeple sevilecek kimsenin Allâh’ı seven ve O’nun rızâsına uygun yaşayan biri olması elzemdir. Resûlullah, “Kişi, dostunun dini/ahlâkı üzerinedir.” diyerek sevgi ve dostluğun amellere ne ölçüde tesir ettiğini ifade etmiştir. Zîya Paşa da bu hakîkati:
“Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde” “Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar o kaçınılmaz son yolculuğa çıkarken zaten bunların hepsini geride bırakır.” demek sûretiyle, dünyanın geçiciliği ve kalıcı olanın gönül zenginliği olduğu veciz biçimde anlatılır.
Kalp, fânî heveslere yönelse de, bu sevgi asla Allah ve Resûlü sevgisinin önüne geçmemelidir.
Âsâr-ı Gönül de der ki:
“Sevgi, Cenâb-ı Hakk’ın kalplere lütfettiği ilâhî bir nurdur; bu nur, gönül toprağına düşen rahmet damlası misâli, îmânın filizlenmesine vesile olur. Gerçek îmân, bu nurla neşv ü nemâ bulur; onun meyvesi ise huzur, saadet ve hakîkatin en berrak hâlidir. Kalp, sevgiyle hayat bulur; sadâkat ve fedakârlık ise bu dirilişin en nâdide çiçekleri olarak gönül bahçesinde açar. Zîra sevgi, kalbi arındırır, nefsi terbiye eder, insanı kemâle götüren en latif yoldur. Bu yolda yürüyen, yalnızca huzura değil, hakîkate de erişir. Sevgi, kalbin en mahrem köşesine dokunan, insanı insan yapan en latif duygudur. O duygu ki, îmânla birleştiğinde gönül semâsında yıldız gibi parlar; sadâkatle kök saldığında ise zamanın ve mekânın ötesine taşar.”
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
Hâsıl-ı Kelâm!
“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...