Hilm kavramı kapsamında “sükûnet, yumuşak huyluluk, teenni ile hareket etmek, acelecilikten sakınmak, sabırlı, temkinli, akıllı, vakur, ağırbaşlı, anlayışlı ve affedici olmak” gibi anlamları ihtiva eden ahlâkî bir erdemdir. Bu erdem, âyet ve hadislerdeki kullanımlardan hareketle esasen bilgisizlik, güçsüzlük ve onursuzluktan kaynaklanan bir zillet ve acz değil aksine bilgi, güç ve kuvvet gibi yönlerden üstün olma durumunda tezâhür eden bir fazilettir. Allah’ın halîm sıfatı hilmin bu yapısını en güzel şekilde ifâde etmektedir.

Hilm, Hz. Peygamber’in en önemli vasıflarından biridir. Hz. Peygamber (s.a.s.) mü’minlerin de bu vasfa sahip olmasını çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Hz. Peygamber’in hilm konusundaki örnekliği ve tavsiyeleri ile ilgili rivâAyetlerden bazıları şöyledir:

a. Enes b. Mâlik şöyle anlatmıştır: Bir gün Resûlullah (s.a.s.) ile yürüyordum. Rasûlullah’ın üzerinde Necrân kumaşından yapılmış kalın kenarlı bir elbise vardı. Bu sırada bir bedevî arkadan gelerek elbisesinden sert bir şekilde çekti. Bundan dolayı elbisenin kalın kenarının Resûlullah’ın boynunda iz bıraktığını gördüm. Sonra bedevî, “Ey Muhammed! Yanında bulunan Allah’ın malından bana da verilmesini emret!” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) onun yüzüne bakıp gülümsedi, sonra da kendisine bir şeyler verilmesini emretti. (238)

Kur’ânı Kerîm’de, Hz. Peygamber’e şahsına yönelik kötülüklere aynıyla karşılık vermeyerek sabretmesi tavsiye edilmiş, bilinçsizce yapılan hareketlere aldırmaması ve cahillerden yüz çevirmesi gerektiği bildirilmiştir. Bâzı âyetlerde ise onun hilminden övgüyle bahsedilmiştir. Hz. Peygamber’in kendisine uzun yıllar hizmet eden Enes b. Mâlik’e bir kez olsun öf bile dememesi, yaptığı herhangi bir şeyden dolayı azarlamaması onun hilm vasfının ne kadar geniş olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) hilm vasfı gereği karşılaştığı yalan, iftira, alay, tuzak ve tehdit gibi olumsuz tepki ve engellemelere sabır, sükûnet ve vakar ile mukâbelede bulunmuş, bilinçsizce hareketlere aldırış etmemiş, hatalara karşı affedici olmasını bilmiştir. Yukarıdaki rivâyet bunun örneklerinden biridir. Bu rivayette Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine sert muamelede bulunan bedevînin kabalığına, muktedir olduğu hâlde aynıyla muamelede bulunmamış aksine hilminin göstergesi olan hoşgörü, sükûnet, sabır ve ağırbaşlılıkla karşılık vermiştir.

b. Enes b. Mâlik şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber (s.a.s.) bir kabrin başında ağlayan bir kadına rastladı. Ona, “Allah’tan kork ve sabret.” buyurdu. Kadın, “Git başımdan! Benim başıma gelen musibeti sen yaşamadın!” diye karşılık verdi. Kadın, onun Hz. Peygamber (s.a.s.) olduğunu bilmiyordu. Kendisine onun Hz. Peygamber (s.a.s.) olduğu söylendi. Bunun üzerine kadın Hz. Peygamber’in evine gitti, kapıda bekleyen herhangi bir görevli yoktu. Hz. Peygamber’in yanına girdi ve “(Yâ Resûlallah!) Seni tanıyamadım.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Sabır, musibetin başa geldiği ilk anda olmalıdır.” buyurdu. (244)

Hadise göre en acılı zamanlarda bile vakarla hareket edip isyana varan söz ve davranışlardan uzak durulması gerektiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla sabırda esas olan üzüntü ve sıkıntı ile ilk yüzleşildiği anda olmasıdır. Çünkü insan zamanla her şeye alışabilmektedir. Oysa üzüntü ve sıkıntı verici bir durumla ilk karşılaşma anında insanın kendini kontrol etmesi zor olabilmektedir. İnsanın kendini kontrol edememesi durumunda ise hoş ve yakışık olmayan tavır ve davranışların sergilenmesi mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber’in ölünün arkasından saç baş yolarak, yüz ve diz dövülerek feryat figan ile ağıt yakılmasını câhiliye âdeti olarak addedip yasaklamasının sebepleri arasında insanın vakar ve saygınlığına yakışmayan söylem ve eylemlerde bulunulması sayılabilir. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s.) yüksek sesle ve ateş ya da meşale yakarak cenazeyi takip etmeyi yasaklayarak cenâzede hazır bulunanların sükûnet üzere olmalarını ve vakarla hareket etmelerini istemiştir. Bu husus hem insanın kendi saygınlığının hem de ölen kimseye saygının bir gereğidir. Bundan dolayı başa gelen üzüntü ve sıkıntılı durumlar karşısında özellikle ilk andan itibaren sükûnet, vakar ve teenni ile davranmak gerekmektedir. Hadise göre böyle bir tavır gerçek anlamda sabırlı olmanın en önemli göstergesidir.

c. İbn Abbâs şöyle anlatmıştır: Bir defâsında Abdülkays kabilesinden bir heyet, İslâm’ı öğrenmek için Medine’ye gelmişti. Allah Resûlü (s.a.s.) heyette davranışları ile dikkat çeken Eşec’e, “Sende Allah’ın sevdiği iki özellik var; hilm ve teenni.”buyurdu. (250) Hadisin Ebû Saîd el Hudrî rivâyeti ise şöyledir: Bir gün Resûlullah’ın yanında oturuyorduk Bu sırada Abdülkays kabilesinden bir heyet geldi ve Resûlullah’ın huzuruna çıktı. Onlardan sadece Eşec dışarıda kaldı. O sonra geldi. Çünkü o devesini çökertip bağladı, yolculuk elbisesini çıkardı, temiz bir elbise giyip öyle geldi. Onun bu davranışını gören Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ey Eşec! Sende Allah’ın sevdiği iki özellik var; hilm ve acele etmeyip teenni ile hareket etmek.” Eşec, “Ya Resûlallah, bunlar yaradılışımda bulunan şeyler mi yoksa sonradan mı bende meydana geldi?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Hayır, yaradılışında bulunan bir şeydir.” buyurdu. (251) Bunun üzerine Eşec, “Beni sevdiği iki özellikle yaratan yüce Allah’a hamd ederim.” dedi. (252)

Hz. Peygamber (s.a.s.) bu rivâyette akıllılığı, sâkinliği ve ağırbaşlılığı ile öne çıkan ve asıl adı Münzir b. Âiz olmakla berâber başında veya alnındaki derin bir yara izi sebebiyle Eşec lakabıyla bilinen sahâbîyi övmüştür. Çünkü Ebû Saîd el Hudrî rivâyetinde de belirtildiği üzere Eşec, Hz. Peygamber’in huzuruna çıkmak için acele etmemiş, devesini bağlayıp güzel elbiselerini giydikten sonra huzura çıkmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kendiniz ve kavminiz adına bana biat ediyor musunuz?” diye sorunca herkes “Evet” demiş ancak Eşec kendi adlarına biat edeceklerini, fakat kavimleri adına bu sözü veremeyeceklerini söylemiştir. Eşec ayrıca kendileriyle birlikte kavimlerini İslâm’a dâvet edecek birinin gönderilmesini istemiştir. Bundan sonra bu dâvete uyanların kendilerinden olacağını, dâveti kabul etmeyenlerle de savaşacaklarını belirtmiştir. Onun bu davranışları Hz. Peygamber’in hoşuna gitmiş ve kendisini hilm ve teenni ile hareket etmesi sebebiyle övmüştür.

Bu rivâyette Allah Resûlü (s.a.s.) hilm ve teenninin Allah’ın sevdiği iki özellik olduğunu ifade etmiştir. Nitekim Kur’ânı Kerîm’de “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevâzu ile yürüyen kimselerdir. Câhiller onlara laf attıkları zaman, ‘selâm!’ deyip geçerler.” (255) âyetinde aynı husus vurgulanmıştır. Âyette mü’minlerin yeryüzünde hilm vasıfları gereği vakar ve teenni ile yürüdükleri belirtilmiş bunun göstergesi olarak ise kendilerine yapılan sözlü sataşmalara karşı herhangi bir olumsuz tepkiyle değil “selâm” deyip geçip giderek hilm ile karşılık verdikleri anlatılmaktadır. Âyette söz konusu vasıflar Allah tarafından sevildiği için bu vasıftaki mü’minler Allah’ın Rahmân ismine izâfe edilerek anılmışlardır. Bu da hilm, vakar ve teenninin Allah katında ne kadar önemli bir özellik olduğunu göstermektedir.

Selam ve duâ ile… (https://dosya.diyanet.gov.tr/flip/index.php?YIL=2020&TR=2&DERGI=ilmi_temmuz_agustos_eylul_2020.pdf)