Kimi insanlar görünüşte sıradandır; ama her adımında hikmet taşır. Kimi işleri tuhaf görünür; ama niyetiyle ibâdete dönüşür. İşte öyle bir adamın hikâyesi bu…

Bir keçe, bir külâh, bir kirman, birkaç çocuk ve biraz da Yâsîn ile yazılmış,

Alın teriyle örülmüş,

Helâl kazanca giden, tuhaf görünümlü ama hikmetle örülmüş bir yolculuk...

Bir adam dere kenarında yürürken, suyun içinde tuhaf bir şekilde tepinmekte olan birini görür; ama o tuhaf hareketlerin her birinde derin bir anlam gizlidir. Her hareketi, helâl kazanca uzanır; anlam ve ibâdetle bütünleşir. Tıpkı İslâm’ın işlediği çalışma ahlâkı gibi...

Adam dere kenarından geçerken, suyun içinde tepinen, başında zilli külâh olan tuhaf bir adam görür. Tepindikçe “çangır çıngır” sesler çıkmaktadır. Merakla yanına yaklaşır. Bakar ki, adam dudaklarıyla bir şeyler okuyor, elleriyle de yün eğiriyor. İçinden “Herhalde deli...” diye geçirir ve:

Selâmün aleyküm! Allah kolaylık versin efendi!” der. Adam muhâtabına:

Ve aleyküm selâm, sağ ol. Hoş geldiniz efendi!” der. Adam:

— Hayrola, derede suyun içinde ne diye böyle tepinip duruyorsun?” der. Tepinen adam:

— Keçe yapıyorum efendi. Mübârek Ramazan da yaklaştı. Camimizin halıları kirlenmişti, onları da derenin içine attım. Üstünde tepiniyorum ki, keçeyi döverken halılar da temizlensin. Cemaat temiz halılarda namaz kılsın istiyorum.”

— Çok güzel, eline/ayağına sağlık...” der. Deredeki adam:

— Bu vesileyle hem keçeden hem halı yıkamaktan üç beş kuruş kazanıyorum. Geçim böyle...” der. Adam, durumu anlamıştır... Devamla:

— Pekî, başındaki bu acâyip külah ne? Upuzun bir külah, bir sürü çıngırak, ziller... Kafanda kıyâmet kopuyor.” der. Keçeci:

— Komşular tarlaya tohum ekti. Kargalar zarar vermesin diye tarlayı beklemek vazifesini de üzerime aldım. Kargalar bu gürültüye gelemiyorlar, bir kilometre yakına bile sokulamıyorlar. Böylece hem tarlayı bekliyor hem de biraz bundan para alıyorum. Ne yapalım, dünya geçici; herkes kendi yolunu buluyor işte!” der. Adam, bu açıklamayı da mâkul bulur. Adam, külâhın tuhaflığını fark eder ama sebebini de anlamıştır. Devamla:

— Ama bu sırada sürekli de etrâfa bakıyor, bir şeyler gözetliyorsun gibi?” der. Keçeci:

— Evet. Komşular, tarlaya çalışmaya gittiklerinden çocuklarına göz-kulak olmamı söylediler. Ben de onların çocuklarını bekliyor ve gözetliyorum. Onlar da bana üç beş kuruş veriyorlar bunun için...” der. Adam:

— Pekî, dudakların sürekli niye kıpır kıpır kıpırdanıyor?” der. Keçeci:

— Geçtiğimiz günlerde bir komşumuzun babası vefat etti. Ona belli sayıda Yâsîn-i Şerîf okumamı istediler. Ben de hazır burada ağzım boş durmasın diye onlara Yâsînler okuyorum. Biraz da oradan para alacağım...” der. Adam:

— Ya bu elindeki kirman ne?” der. Keçeci:

— Ayağım çalışıyor, dilim dualı, başım meşgul; gözüm çevrede… E, elim de boş durmasın diye yün eğiriyorum. Biraz da buradan kazanıyorum. Ne yapacaksın arkadaş, üç günlük fânî dünya işte...” der. Adam, söylenenleri duydukça hayranlığı artar, her sözde ayrı bir hikmet bulur. Ziyâ Paşa’nın şu sözleri gelir aklına:

“Çekerler bir köşeye verirler cevap,

Niyâzi olmak da var, işlerken sevap.” Ne kadar da yerinde, diye düşünür kendi kendine ve keçeciye::

— Maşallah, kırk işe birden yetişiyorsun… Dünya fânî olmasa, sen kim bilir daha ne hikmetler çıkarırdın!” der ve bu manzara karşısında hayran kalır. Bu adam, alın teriyle geçinirken çevresine de fayda sağlamaktadır.

            Bu tablo, İslâm’ın helâl kazanca verdiği değeri gösteren bir aynadır. Çalışmak, yalnızca bedenin değil, kalbin ve niyetin de iştirâkiyle kıymet kazanır. Lokmasını helâlinden temin eden, hem kendine hem topluma rahmet olur.

            Kur’ân-ı Kerim, birçok toplumun helâlden saparak çöktüğünü bize hatırlatır.

            Bu yüzden, kazancımızın helâl olmasına, lokmamızın temiz olmasına dikkat etmeli; haramla hem kendimizi hem de çocuklarımızı kirletmekten sakınmalıyız. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Kıyâmet gününde insanoğlu, malını nereden kazandığından ve nereye harcadığından hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan ayrılamaz.” buyurur.  Nasıl ki bu adam bedeninin her uzvunu bir hayra dönüştürmeye gayret ediyorsa, bir Müslüman da her fırsatta Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışmalıdır.

            Bu da bize Ziyâ Paşa’nın şu veciz sözünü hatırlatır:

            “Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd,

            Zâhirdeki sevâb u hatâ hep bahânedir.” Yâni: “İnsanın varlığı kaderin gereğidir; görünen doğrular ya da hatalar sadece birer bahânedir.”

Âsâr-ı Gönül de:

“Her insan bir iz bırakır; o izin yönünü de, rengini de niyet belirler.

Gerçek kazanç, sadece maddi değil, mânevidir. Her adım, bir şükürdür; her iş, bir ibâdettir. Dünyada kazandığın her kuruş, eğer helâlse, hem seni hem de etrâfını rahmete boğar. Her adımda iz bırakmanın tek yolu, kalbinin doğru niyette olmasıdır.

Yâni; Kimi ömrünü tüketir, kimi ise ömründen bereket üretir.” der.

Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm:

“Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikâyesidir. Yol Elif ise, yön bellidir. Herkes kendi tercihiyle, kendi hayatını yaşar. Söz meclise, kıssa herkese… Söz uzar, kesmek gerektir vesselâm.”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...